Türkiye-Mısır yakınlaşması bölge için yeni fırsat pencereleri açıyor

Orta Doğu’nun son on yılı, krizlerin birbirini tetiklediği, ittifakların hızla değiştiği ve küresel güçlerin rekabetini sahaya taşıdığı bir dönem oldu. Bu karmaşık tabloda Gazze’de işgalci İsrail’in sürdürdüğü soykırım, sadece bir halkı hedef almıyor, bütün bölge dengelerini altüst eden yeni bir şiddet dalgası yaratıyor.
Katil İsrail’in yıktığı şehirler, katlettiği gazeteciler, kapatılan sınırlar… Bunlar yalnızca bir trajedinin değil, aynı zamanda jeopolitik satranç tahtasının yeniden kurulmakta olduğunun işaretleri.
Çünkü Gazze’de yaşanan her gelişme, Doğu Akdeniz’den Afrika Boynuzu’na kadar uzanan geniş bir hattı doğrudan etkiliyor. Enerji projeleri, deniz yetki alanı tartışmaları, Nil suları üzerindeki rekabet, Libya’da süren güç boşluğu… Hepsi, Gazze’deki yıkımla birlikte daha da kırılgan bir zemine oturuyor. Bölge, her dosyanın birbirine bağlandığı karmaşık bir düğümle karşı karşıya.
İşte bu tablonun içinde dikkat çekici bir gelişme öne çıkıyor: Türkiye ile Mısır arasındaki yakınlaşma. İkili ilişkilerde daha da yakınlaşan Ankara ile Kahire, bugün Doğu Akdeniz enerji rotalarında, Libya’daki siyasi süreçte, Afrika Boynuzu’ndaki müzakerelerde ve Gazze için yürütülen diplomatik girişimlerde giderek artan şekilde yan yana duruyor. Bu sadece bir normalleşme değil. Bölgenin geleceğini şekillendirebilecek yeni bir diplomatik eksen inşa ediliyor.
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı, bu dönüşümün arkasındaki büyük resmi şöyle özetliyor:
“Siyaset, sonunda coğrafyanın emrettiği yere dönüyor. Türkiye ve Mısır’ın iş birliği, hem enerji güvenliği hem de bölgesel istikrar için vazgeçilmez hale geliyor.”
Şimdi gelin bölgenin iki önemli ülkesi, Mısır ile Türkiye arasında yükselen iş birliği alanlarını tek tek ele alalım…
Soykırıma karşı güç birliği
Gazze’de işgalci İsrail’in yürüttüğü saldırılar, yalnızca Filistin halkını değil tüm bölgesel dengeleri de altüst etti. Şehirlerin yıkıldığı, sivillerin kitlesel biçimde katledildiği süreç, Türkiye ile Mısır arasında yeni bir diplomatik yakınlaşmayı da tetikledi. İki ülke, bugün Gazze bağlamında uluslararası sahnede birbirini tamamlayan roller üstleniyor.
Mısır, Refah Sınır Kapısı üzerinden insani yardım akışını sağlamak için kritik bir konumda bulunurken, Türkiye ise Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası platformlarda diplomatik ağırlığını ortaya koyuyor. Bu ortaklık, yalnızca insani yardımla sınırlı değil; aynı zamanda Gazze’nin geleceğine dair yeni diplomatik modellerin de zeminini oluşturuyor.
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı, bu çerçeveyi şöyle değerlendiriyor:
“Türkiye ve Mısır’ın Gazze konusunda örtüşen çıkarları var. Ankara daha fazla uluslararası garantörlüğün altını çizerken, Kahire coğrafi konumuyla sahadaki denetim mekanizmasında ön plana çıkıyor. İki ülke birlikte hareket ederse, Gazze’nin geleceği konusunda işgalci İsrail’e dayatılacak bir çözüm mekanizması gelişebilir.”
Burada kastedilen garantörlük, yalnızca ateşkesin değil, aynı zamanda Gazze’nin yeniden inşasının, insani yardımların sürdürülebilirliğinin ve iki devletli çözüm vizyonunun güvence altına alınmasını içeriyor.
Ankara, uluslararası toplumun geniş katılımıyla bir garantörlük mekanizmasının kurulması gerektiğini vurgularken, Mısır, sınır geçişleri ve güvenlik boyutunda etkin rol üstlenmeye hazır olduğunun işaretlerini veriyor.
Orallı’ya göre bu sürecin önemi yalnızca Filistin meselesiyle sınırlı değil:
“Gazze’de ortaya çıkacak ortaklık, Türkiye–Mısır ilişkilerinde güven inşa edecek en kritik adımlardan biri. Bu güven bir kez sağlanırsa, Doğu Akdeniz’den Afrika’ya kadar daha geniş iş birliği zeminleri doğar.”
Dolayısıyla Gazze’deki soykırım bağlamında Türkiye ile Mısır arasında yeni bir diplomatik eksen inşa ediliyor. Garantörlük tartışmaları ve ortak diplomatik çıkışlar, yalnızca Filistin halkı için değil, tüm bölge için yeni bir umut penceresi açabilir.
Doğu Akdeniz: Kahire-Ankara yakınlaşmasının yeni boyutu
Doğu Akdeniz son yıllarda yalnızca kıyı ülkelerinin değil, küresel güçlerin de çıkarlarının kesiştiği bir satranç tahtasına dönüştü. İsrail açıklarında bulunan Leviathan ve Tamar, Mısır’ın Zohr sahası ve GKRY’nin Afrodit rezervleri, bölgeyi bir enerji merkezi haline getirdi. Ancak bu enerji denkleminde hangi aktörün hangi ittifakta yer alacağı, sadece ekonomik tercihlerle değil, jeopolitik hesaplarla da belirleniyor.
Bugüne kadar Türkiye’yi dışlayan EastMed Boru Hattı Projesi, Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)-İsrail ekseninin en iddialı hamlesiydi. Ne var ki bu proje, gerek yüksek maliyeti gerekse Türkiye’yi by-pass etme stratejisinin sürdürülemezliği nedeniyle giderek zayıfladı. Bu kırılma, bölgesel iş birliği arayışlarını yeniden canlandırdı ve Türkiye ile Mısır arasında yeni bir diplomatik kanalın önünü açtı.
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı’ya göre, “Mısır, Atina ve Lefkoşa ile oluşturduğu bloktan beklediği stratejik getirileri göremedi. EastMed’in zayıflamasıyla birlikte Kahire, enerji güvenliği açısından Türkiye ile ortak hareket etmenin daha rasyonel olduğunu görüyor.”
EastMed’in çöküş süreci, Doğu Akdeniz’de yeni dengelerin kurulmasına yol açtı. İsrail ile Yunanistan arasındaki enerji projeleri sınırlı kapasiteyle ilerlerken, Mısır kendi LNG tesisleri sayesinde bölgesel bir merkez haline geldi. Ancak Kahire, Yunanistan’ın son dönemde açıkladığı “maksimalist deniz mekânsal planlama haritası”na sert tepki gösterdi. Mısır Dışişleri Bakanlığı, Atina’nın kendi deniz yetki alanlarını aşan bu adımını tanımadığını duyurdu.
“Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Mısır’ın deniz yetki alanlarını ortak bir zeminde buluşturması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın bugüne kadar kurmaya çalıştığı dengeyi ciddi biçimde sarsar. Bu yalnızca enerji paylaşımı değil, aynı zamanda yeni bir güvenlik ekseninin doğuşu anlamına gelir.”
Doç.Dr. Levent Ersin Orallı
Orallı, bu durumu şu sözlerle yorumluyor: “Mısır, artık Yunanistan’ın maksimalist politikalarının peşinden gitmek istemiyor. Kahire’nin çıkarı, daha dengeli ve sürdürülebilir bir iş birliğinden yana. Bu noktada Türkiye ile diplomatik açılımı, sadece ikili ilişkiler için değil, Doğu Akdeniz’de yeni bir eksen inşası için de değerli kılıyor.”
Türkiye, TANAP ve TürkAkım gibi dev hatlarla Avrupa enerji güvenliğinde önemli bir aktör. Mısır ise Zohr sahası ve LNG kapasitesiyle Doğu Akdeniz’in üretim merkezi. Bu iki ülke arasında olası bir yakınlaşma, yalnızca ikili ticari kazançlarla sınırlı değil; aynı zamanda bölgesel enerji güvenliğinin teminatı olabilir.
Nitekim Mısır’ın ev sahipliğini yaptığı East Mediterranean Gas Forum (EMGF), bugüne kadar Türkiye’siz ilerlese de forumun geleceğinde Ankara-Kahire yakınlaşması belirleyici olabilir. Orallı, “Mısır bu forumu kendi diplomatik vizyonunun bir aracı haline getirdi. Ancak forumun daha kapsayıcı hale gelmesi için Türkiye’nin dâhil edilmesi, hem ekonomik hem de jeopolitik açıdan kaçınılmaz görünüyor” değerlendirmesini yapıyor.
Doğu Akdeniz yalnızca bölge ülkelerinin değil, aynı zamanda küresel aktörlerin de sahası. ABD, Avrupa Birliği, Rusya ve hatta Çin’in enerji ve deniz yolları üzerinden bölgeye ilgisi giderek artıyor. Washington, İsrail ve Yunanistan üzerinden nüfuz alanı kurmaya çalışırken, Moskova, Suriye’deki varlığıyla denge unsuru olmayı sürdürüyor.
Türkiye-Mısır yakınlaşması bu noktada yeni bir denklemin habercisi olabilir. Doç. Dr. Orallı, konuya “Türkiye ve Mısır arasındaki uyum, sadece iki ülkenin değil, bölgenin de geleceğini şekillendirebilir. Eğer bu uyum enerji ve güvenlik alanlarına yansırsa, Doğu Akdeniz’deki güç haritası baştan çizilebilir” sözleriyle dikkat çekiyor.
Afrika Boynuzu: Diplomasinin gücü
Yükselen bir grafikle ilişkileri geliştiren Ankara ile Kahire arasındaki önemli iş birliği alanlarından biri de Afrika Boynuzu olabilir. Söz konusu bölge uzun zamandır yalnızca iç çatışmaların değil, aynı zamanda küresel güç rekabetinin de merkezlerinden biri. Buradaki en kritik kriz noktası ise Etiyopya ile Mısır arasında yıllardır süregelen Hedasi (Rönesans) Barajı meselesi. Nil Nehri’nin ana kollarından biri üzerinde inşa edilen bu dev hidroelektrik projesi, Etiyopya için ekonomik bağımsızlığın sembolüyken, Mısır için bir varoluş meselesi olarak görülüyor. Kahire, barajın Nil üzerindeki su akışını kısıtlayacağı gerekçesiyle, içme suyu ve tarımda büyük bir tehdit altında olduğunu savunuyor.
Türkiye’nin Etiyopya ile kurduğu derinleşen ilişkiler, Mısır için Afrika Boynuzu’nda güvenilir bir denge unsuru yaratıyor.
Doç.Dr. Levent Ersin Orallı
Türkiye’nin son dönemde Etiyopya ile yakın ilişkiler geliştirmesi, bu krizi doğrudan Mısır ile ilişkilerin de merkezine yerleştiriyor. Ankara, hem Etiyopya’ya savunma sanayii desteği veriyor hem de Somali’de yürüttüğü askeri ve diplomatik faaliyetlerle, Afrika Boynuzu’nda kalıcı bir aktör olarak öne çıkıyor. İşte bu noktada Türkiye’nin Kahire ile kuracağı diplomatik denge, yalnızca Doğu Akdeniz’de değil, Nil Havzası’nda da yeni bir iş birliği eksenini mümkün kılabilir.
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı bu konuda şunu vurguluyor:
“Türkiye’nin Etiyopya ve Somali ile kurduğu ilişkiler, Mısır’ın Afrika Boynuzu’ndaki kaygılarını derinleştirse de Ankara–Kahire normalleşmesi, aslında bu kaygıların azaltılması için bir fırsat olabilir. Türkiye, baraj krizinde arabuluculuk rolü üstlenirse, hem Mısır’a güven verebilir hem de Etiyopya’daki etkinliğini daha sağlam bir zemine oturtabilir.”
Orallı’ya göre, Afrika Boynuzu’ndaki jeopolitik denklemin bir diğer önemli boyutu, Somali üzerinden şekillenen güvenlik mimarisi. Türkiye’nin Mogadişu’daki askeri üssü ve eğitim faaliyetleri, yalnızca Somali ordusunu güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgede terör örgütleriyle mücadelede kritik bir unsur haline geliyor. Kahire açısından bakıldığında, Türkiye’nin bu etkisi, aslında Etiyopya’yı dengeleme kapasitesine sahip olduğu için stratejik değer de taşıyor.
Burada kritik olan, Ankara ile Kahire’nin rekabeti iş birliğine çevirebilme kabiliyeti. Eğer bu sağlanırsa, Rönesans Barajı gibi sorunlu başlıklar, tarafları karşı karşıya getiren değil, ortak çözümler aramaya yönlendiren başlıklar haline gelebilir.
Rekabetten dengeye: Libya
Libya, Türkiye ile Mısır arasındaki yıllar süren rekabetin en belirgin sahnesiydi. Ankara, Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) açık destek verirken; Kahire, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ve Hafter güçleri üzerinden doğuda etkili oldu. Son yıllarda Libya’da çatışma hattının durağanlaşması, tarafları yeni bir denge noktasına taşıdı.
Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin Trablus’taki varlığı hâlâ güçlü, ancak Mısır da doğuda istihbarat ve diplomatik nüfuzunu koruyor. İşte bu tablo, rekabetten ziyade zorunlu iş birliği ihtiyacını doğuruyor. Çünkü ne Ankara ne de Kahire, Libya’nın tamamında tek başına belirleyici güç olabilecek kapasiteye sahip.
Doç. Dr. Levent Ersin Orallı, bu durumu şöyle yorumluyor:
“Libya’da Türkiye’nin askeri ve siyasi desteği ile Mısır’ın sahadaki nüfuzu aslında birbirini dengeleyen unsurlar. Bugün gelinen aşamada, tarafların Libya’yı bölüşmek gibi bir niyet taşımadığı, aksine sahadaki çatışmaları kontrol ederek diplomatik bir çözüm arayışına yöneldiği görülüyor. Bu, iki ülke arasındaki normalleşmenin en somut test alanıdır.”
Orallı’ya göre, Libya yalnızca bir iç savaş sahası değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz enerji denklemiyle de doğrudan bağlantılı. Çünkü Libya’nın kara ve deniz yetki alanları, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarıyla doğrudan ilişkili. Bu bağlamda Kahire ile Ankara arasındaki diyalog, Libya üzerinden deniz yetki alanı tartışmalarına da yansıyabilir.
Son dönemde Mısır-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan soğukluk, bu ihtimali daha da güçlendiriyor. Kahire’nin Atina ile imzaladığı deniz yetki alanı anlaşması, Yunanistan’ın beklentilerini tam olarak karşılamadı. Türkiye açısından ise bu, Mısır’la yeni bir denge arayışına girmenin kapısını aralıyor.
Libya böylece Doğu Akdeniz’de kurulacak yeni diplomatik mimarinin de köşe taşlarından biri haline geliyor.